28 Mart 2012 Çarşamba

bizim aşkımız...

Bizim aşkimiz da başladiği şehir gibiydi biraz...
Baharatli...
Bazen çok aci bazen daha tatlı...
Ama her zaman damakta kalan keskin ve şehvetli bir tatla...

BOŞANDIK - MUTLUYUZZZZ

Evliliğin en iyi yani istediğin zaman hadi belki tam  istediğin zaman olmasa da onu  bitirebilme olasiliğindir.

Hastalik gibi biraz sancili bir donemi göze aldin mi hiçbir uzvun zarar gormeden kurtulabiliyorsun bu illetten. 

Biraz cesaret, biraz seni dolduruşa getirebilecek arkadaşlar ve en önemlisi yeni bir aşkin ufukta görünen gölgesi bu işe ilk adimini atmana yeter de artıyor bile.

Gaz veren arkadaşlar enteresan bir durumdur.

Önce ikiye sonra da kendi içinde ikiye ayrılırlar.

Kurtulmaya çalıştığın  kocanin malı mülkü  çok önmem taşır...
Boşanma ve boşanmadan elde edeceklerin arkadaşların tutumunu direkt bağlar.


Boşanma aşamasinda gaz veren ve fikir beyan eden arkadaşların çoğu aslinda rezil bir evlilik hayatlarını senin üzerinden fiktif bir boşanma yaşayarak, erkek milletinin tümüne saydırarak ve boşandıktan sonra sürüm sürüm sürüneceklerinden adları gibi emin olarak haz içinde yaşarlar.

Ancak bu haz boşanma öncesi, sırası ve sonrasında son bulur. Yaşanan heyecan senin gerçekten  boşanıp kurtulmuş, kendilerinin ise hala o kocalarına eyvallah ettiklerinin farkına varınca tuzla buz olur biter...

Peki sonra mı ne olur?
Basit!
Sana sonsuz destek, yürü kızım kim tutar seni, sen bundan daha iyilerine layıksın, bak gör nasıl sürünecek senden sonra gibi lakırdıları küfe ile sallayanlar birden arazi olurlar.
Bunların yerini sen artık boşanmış kadınsın kendini kolla, ya da bir yere gidildiğinde tehlikeli kadın olduğun ve belki kıllı kocalarını ellerinden alırsın tehlikesine tedbiren artık aranmaz ve çağrılmaz olursun.
Ha bir de sevgili yapmaya gör...
Allah...
Zaten hazırda bekletiyordu...
Kocası varken demek ki işi pişirmiş...
Amma da acelesi varmış...erkeksiz yapamıyormu nedir...gibi ...gibiiii...

Ve işin tuhafı genelde bunu  kadınlar kadinlara yapar ve o yapanlar da genelde bildiğin, tanıdığın ve belkide sevdiğin kadınlar olur...

Trajikkk

Kızlar! hiç hesaba katmadiğiniz, aklınızın ucundan geçirmediginiz insanlardan hayatinizin kazıklarini yemeye hazirlikli olmaniz gereken bir dönemdir bu dikkat!!!

Zira mal, mülk, para, pul paylaşımından ziyade kimin kimin tarafini tutacaği ve boşanma sonrasinda kimin kiminle goruşmeye devam edeceğinin belirlendiği dönemdir bu.

Şaşıracak, üzülecek, içerleyecek, darılacak birşey yoktur aslinda, herkes kendi komplekslerini, mutsuzluklarini, hirslarini ve umutlarını içten içe sizin üzerinizden  yaşamaktadir.

Kimse ama kimse birinin hele hele tanıdığı birinin kendinden daha zengin, daha mutlu, daha özgür ve daha eğlenceli bir hayatinin olmasini istemiyor çünkü.

Genelde arkadaş denilen bu grubun siz ağlayip sizlarken yanınızda olup ve bu durumdan kendinin pay biçip iyi hisseedebildiğinin gerçeğini ancak  özgürlüğünüze kavuşup da o can ciğerlerin hasetle hakkınızda neler yapıpı söylediklerini duydukça  boyunuzun ölçüsünü de almış oluyorsunuz.

Olsun canım benim üzülme...

Boşanma insana adeta calgonit yutmuş etkisi yapar ve hayatinizin en buyuk temizliği gerçekleşir.

Bu  insanın canını acıtır, kendine ve çevresindekilere olan güvenini sarsar ama bir o kadar da faydalıdır.

Size kocanizin dedikodularini taşiyan, sizden taraf olup adamı da bulduğu her deliğe sokup çıkaran insanlar bir bakarsiniz ki  adamın düğününde en baş köşede şakşakciligını yapıp karşılıklı göbek atıp kameralara poz vermiyorlar.

Şaşirmayacaksın, insanoğlu çiğ süt emmiştir diye boşu boşuna dememişler...


En ummadığın taştır kafada en derin deliği açan.

Hele bırakmak isediğiniz adam paralı pullu bir adam oldu mu işin rengi daha da değişkenlik gösterir.

Önce boşanmanıza destek sonra da eski kocanıza yeni kzı bulmaya başlar bazı can dostlar. 


Kimlerle geziyor, kimlerle birlikte oluyor, yanındakiler ile ne kadar mutlu, kime ne hediye almış, kiminle tatile gitmis, kime aşik olmuş, adam sonunda kendini bulmuş gibi bilgiler siz hiç ilgilenmeseniz bile önünüze, sağınıza, solunuza  serilir durur.

Bunun asil sebebi size ne kadar büyük bir hata yaptğınızı kafanıza kakmaktır. 
Bırakmasaydın belki de bütün bunları sen yaşayacaktın a salak demektir.
Ve bütün mutsuzluklarına rağmen özveri ile  çürük kocalarının yanında vakur birer çınar gibi durup, evliliklerini yürüten o istisnai varlıklar avaz avaz ve sessizce size 
"sap gibi kaldın a salak bak bizim adam hala burda ve ne olursa olsun kimseye yedirmeyeceğiz o parayı, pulu hayatı der gibi bakar...

O güzel arkadaşlar ve kocacıkları senin eski ile ve ona bulunan ki bir zamanlar...ay gördüm ya çok iğrenççç...kızımmm senin tırnağın olamaz...çok kıroo be..diyen ler bir de bakmışsın hep birlikte ama senin olmadigin mutlu resimler çekip çekip face'e koyar olmuşşş. :) :) :) :)
PAZAR KEYFİİİ

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN...

Kimse nerde ebedi uykusuna yatacagini önceden bilmiyor aslinda...

Bu belki günümüzde kısmen daha belli olan bişey...

Aile mezarlari, cenaze törenleri, cenazelerin uluslararasi normal bir yolcuyumus gibi seyahat etmeleri olmadi yakilip daha az yer tutarak dünyanin dört bir yanina gitmeleri...

ve tabii cenaze törenleri...

Bunlar bi nevi gidenin yolunu açabilmke, yukardakine de walla iyi insandi al yanina demek gibi bir iç rahatlatma bence.

Çünku herkes ne kadar red ederse etsin veya görmezden gelirse gelsin eninde sonunda senin de gidecegin yer ve şekil ayni... 

Birak sevdiklerini yolculamayi...

Bir çok kere de gerektiği için, kendini iyi insan hissetmek için ve bir nevi kendi cenazen icin lobbying faliyetlerinde bulunmak için gidersin buralara...
Yoksa kim ister ki bu olaylara katilmak...

Eğlence yok, gülmek yok, yemek ikram falan da yok,,,

Belki sen kendi dünyanda en iyi günlerinden birini yaşiyor olabilirsin ama oraya girdin mi gidenin yakini kadar hüzünlü gözükmen beklenen bir tepkidir. 

Neden ki? 

Geldik iste yetmiyor mu...

Neyse içten içe de acaba tabutta yatan şimdi bizi görüyor mu? 

Düşüncelerimizi okuyabiliyor mu? 

Yani acaba gercekten burda sonra gideceği biyer var mi diye gayri ihtiyari aklimizdan geçer hepmizin de....yalan mi? 
Bir de o gitti ben hala taş gibi burdayim düşüncesi...

İki dakka sonra da ayy acaba ben ne zaman giderim fikri sirayla zirzir gider gelir aklimizin içinde...

En sonunda da aman sikerim ben böyle işi der kara gözlükleri gözüne takar ve en efkarli ifaden ile bir malboro light yakarsin...

Göğsüne pasli bir iğne ile iliştirilmiş sararmaya başlayan  fotograf ile...

BAZEN...

İnsan bazen hayatında ilk kez adim attığı bir yerde sanki bütün bir ömrünü orada yasamışçasına kendini oralı  hisseder.

Sanki şu önünde uzanan sokaktan sola vurdu mu önüne ne çıkacağını bilir gibi...

Sanki hayatında ilk kez duyduğu o dili biliyor ve anlıyor gibi...

Sanki dostları, arkadaşları, aşkları varmış gibi o toprakta...

Duygu çok gerçektir ancak gerçek de bir o kadar doğru...

Hiç gelmemiştir buraya...

Ancak orası ile ilgili her şey ona sevgiyi ve özlemi çağrıştırır...

Bunun en önemli göstergelerinden biri o ülkenin müziğinin, tek kelimesini anlamamasına rağmen ruhunda bir şeyleri oynattığını, okşadığını, hüzünlendirdiğini, coşturduğunu hissetmesidir aslında...

İnsan, bunu en şiddetli o ülkeyi geride bırakarak kendi ülkesine dönüş yolunda anlar.

Bir parçası geride kalmış gibi. Bir şeyleri yarıda bırakmış gibi.

Derin bir rahatsızlık, huzursuzluk kaplar içini.

Ve geri dönmek kaçınılmaz olur.

İnsan doğup büyüdüğü yere değil, ruhunun  olduğu yere aittir.

Ruh,  hayatinin herhangi bir döneminde, hiç beklenmedik şekilde, en şaşırtıcı koşullar hakimken önüne çıkarır bu yolu insanin.


Aklında hiç yokken. Hiç planlamamış, hiç düşünmemiş hatta istememişken.

Belki bir istir sebep, belki bir cenaze, belki de hiçbiri.

Ama mecburiyet vardır durumda.

Ve gidersin.

Hayatin sana hazırladığı mucizenin farkında olmadan. Bilinmezliğe.

Durumu gelişinin ertesi sabah bir otel odasında tek basına uyandığında iliklerine kadar hissedersin.



Uyandığında her hücreni kaplayan tuhaf bir huzur, tanıdık olmayan bir güzellik hissedersin teninde, kalbinde, beyninde ve ruhunda...

En derinlerinde...

Şaşırırsın.

Herhalde çok iyi uyudum dersin kendi kendine.

Sonra ikinci gün, ve uçuncu gün, ve dördüncü gün bu iyi uyudum düşüncesi yerini daha derin düşüncelere bırakır.

Toprağın enerjisi seni artik  bağlamıştır kendine ve farkındalık baslar.

Ve donuş günü gelip çattığındaki hüzün ve tekrardan ve defalarca geri dönme hissi ağır basmaya baslar.

İlk gidisi kader hazırlamıştır, ancak ondan sonrakileri senin inisiyatifine bırakır.

Bırakır bırakmasına ama her turlu olanağı yolunun sağına soluna önüne arkasına serpiştirmeyi de ihmal etmez hani...

Ve dönersin, çölde su bulmuş gibi, hasretle sevgiliye kavuşur gibi...

Senden çok ruhun içindir yapılan bu yol.

Hem kendi içine doğrudur hem de bugününü, yarınını, her şeyini değiştirmek içindir.

Ve kendini bulursun.

Ruhunu hissedersin.

Bütün olursun.

Aynadaki yansımanın seni ve ruhunun her katmanını yansıttığından o kadar emin olursun.

Vücudun, her uzvun sana aittir ve senin emirlerini bekleyen askerler gibidirler  adeta.

Enerjin ve mutluluğun hiçbir özel sebep olmadan tavan yapmıştır.

Tenindeki şeffaf pırıltı şaşırtır seni.

Gözlerindeki parıltı büyüler.

Açıksındır.

Yeni insanlara, yeni fikirlere, yeni dillere, yeni her şeye.

Tabii bunlar gerçekten yeni değillerdir ruhun için.

Ruhun seni ait olduğu yere geri getirmiştir ancak bugünkü sen için yenidir bunlar.

Eski hayatlar, eski asklar...



Bunların hepsi de yarı kalan bir aşkın yaşanması, tamamlanması ve ilerleyebilmek için olmuştur aslında.



Ne koşullar, ne imkânsızlıklar, ne aradaki kilometreler ne de esler bu yaşanacaklara engel olmaz, olamaz.

Bunun önünde durulmaz.

Bütün kozmos bunun yaşanması için tüm imkânlarını serer önüne.

Tutku, hasret, şefkat, delilik, vahşet hepsi birbirine karışır ve akar tende.

Vücutlar değil ruhlardır sevişen.

Birbirini çok iyi tanıyan iki eski ruh.

Sözler ağızdan değil gözlerden akar.

Ve aklına bile getirmeye cesaret edemediğin delilikler mubah olur sana.

Ve iki ruh birleşir.

Dakikalarca, saatlerce, günler ve gecelerce.

Yoğunluktan uykunun koynuna sığınıncaya kadar... Yumuşacık...

Bu hem bir kavuşma hem bir vedadır...

Ruh senden istediğini almış... Yarı kalanını tamamlamıştır ve yoluna devam eder.

Geriye sadece tenindeki sızı ve kafanda senin asla 

cevaplayamayacağın ancak ruhunun çok iyi bildiği cevaplar...


AYRILIK ACISI :(

Ayrılık acısı.
İnsanin neden ask acısı çektiğini hiç duşundunuz mu?
Ayrıldığı için mi dersiniz... Hiç sanmıyorum...
Ask nasıl bencil bir duygu ise ayrılık acısı da bu bencil duygunun bir diğer yansımasıdır.
Asık olunca ne oluyor?
Karşımızdakinin bizi beğenmesine,  bize tapmasına,  bizden başkasına bakmamasına,  bizim üzerimize gül koklamamasına bayılıyoruz aslında.
Aşık olunmaya aşık oluyoruz çoğu zaman farkına varmadan.
Yani karsındaki şahıstan ziyade onun bize yaptığını muamele bizi tav eden ve ayaklarımızı yersen kesen çoğu zaman.
Bizim değer verilesi, beğenilesi bir varlık olduğumuzun bize ispatidir biraz da ask.
Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi aşkın da vardır elbet.
Bunu kabullenmek lazım.
Zamanında bavulunu alıp efendice gitmek gerek o vakit iste.
Aşkın asaleti ayrılıkta gizlidir.
Ancak biz, bu "ask" muamelesine o kadar çabuk ve rahatlıkla kendimizi bırakırız ki, karsımızdakinin  ilgisi bir müddet sonra biraz sekil değiştirdiği,  biraz azaldığı zaman hayati zavallıya zehir etmekten, daraltmaktan kendimizi alamayız.
Karşımızdaki artık bizim  maaşlı ilgi memurumuz olmuşdur.
Sevgilimizin sevgi ve ilgisinin anne babamızınkinden ayırt edebilmemiz oldukça zaman alıyor ve bu yolda da birkaç kişiyi, ilişkiyi ve de aşkı da harcamış oluyoruz çoğunlukla ne yazık ki…


Ask acısı çekmek de çekenin hali de  ayrı bir boyut…
Buradaki asil acı ayrılıktan dolayı yaşanmamaktadır aslında.
Acıdan önce gelen iki his daha vardır içimizde.
Bunlardan birincisi hırs ikincisi de kıskançlıktır.
sonra sırası ile  kin, yüzleşme, intikam zaman ve mekan kollama , istihbarat toplama ve paylaşma gibi birtakım durum ve duygu sıra ile başrole geçerler içimizde.


Buradaki asil mesele sizin bir başkasına tercih edilmiş olma durumunuzun hazmedilmememsidir.
Eğer sevgiliniz sizden ayrılmış ancak zavallı bir şekilde bir kenarda kendi başına kıvrılıp duruyor ise bu bir sorununuz olma.
Hatta bu durum hoşunuza bile gider çoğunlukla...
Bak beni unutamadı, kendine gelemdi gibi düşünceler iyi gelir bize genelde.
Hatta geri dönmeye çalışırsa zavallının canına okunur, aşağılar ve ele geçen kozu sonuna kadar kullanılır ve zavallının hayati büyük bir zevkle zehir ederiz.
Hatta gözümüzden iyice düşer ve bazen de arkadaş masalarına eli bos gitmemek için zavallıyı meze bile yapabiliriz.
Taze dedikodudan daha fazla iştahla yenen hiçbir şey görmedim hayatımda.
İsterse anlatanın canı çok yanıyor olsun ve bu da çok yakın arkadaşın olsun, içimizde asla söndüremediğimiz araştırmacı gazeteci ruhu en çok bu durumlarda ortaya çıkar.




Ancak durum böyle değil, yani sevgilicağızınız sizi bir başkasına tercih ettiği için bıraktı ise iste o zaman felaket başlar.
Bu arada sunu belirtmek isterim çünkü asil konu bu...her durumda  yani her bir ayrılık senaryosunda  aynı kadın ve aynı erkek ele alıyoruz…ilişkileri, aşkları, duyguları hepsi aynı ancak bu ikiliye farklı ayrılık senarysu düşünüyoruz…




erkek önce şerefsiz, sonra ahlaksız sonra sadakatsiz sonra yalancı ve daha ileri giderek iktidarsız veya eşcinsel bile olabilir.
Durumun kötülüğü şudur aslında, eğlence bitmiştir ve siz sıkılmaya başlarsınız..
Bu durum arkadaşlar arasında bir yakınlaşmaya sebep olur şüphesiz çünkü ask durumu sürdüğü dönemde genelde aile, eş, dost bir kenara atılmıştır ve merkeze O konmuştur.
E gidince kaldın mı bi başına! Kimsenin senin yaşayıp yaşamadığından bile haberi yoktur artık nerdeyse..


Ama ayrılığın doğası itibari ile artı taze dedikodunun ve acı çeken birini görmenin verdiği keyfi de koyarsak işin içine  bu eski grup hemen devreye girer ve ıslak omuzlu
bir güruh bizim en mahrem sırlarımızı paylaşır ve  hepsi birer psikolog ve dedektif ve falcı olarak teoriler geliştirmemize yardımcı olurlar. Sağolsunlar….


Bu teorilerin birçoğu aslında pratiğe hiçbir zaman geçmeyecek ancak konuşması bile insanin ayrılık acısını hafifletmeye yarayan bir ritüelin barçasıdırlar.
Sonuç olarak O gitmiştir ama siz de yalnız değilsinizdir.
E ayrılık çok da kötü değilmiş hani, bak kız kıza valla daha çok eğleniyoruz ya..demeler başlar, ve GKKG kurulur…geçici kanka kızlar gurubu.

Sonra ne olur?
Aman ne olacak…her zaman olan olur..
Benim anlamadığım…bu insanların neden bu kadar balık hafızalı olduğu…
Şekerim sen hiç sevmedin mi?
Ay eveeet…
Sonra ne oldu…
Hiiiç ne olacak ayrıldık…ama var ya 10 günde 8 kilo verdim yani nasıl üzülmüşüm sen anla…
( ne anlayacağım. Dön de adama teşekkür et…yenisini bulmana yardımcı olmuş daha ne yapsın )
Eee 8 kilo verdin sonra?
Ay bi gün kızlrla şeyde oturuyoruz bu geldi..
Bu kim?
Ya şimdiki sevgilim işte kızızmm
Ha pardon
Peki sen sekiz kilo verdikten ne kadar sonra oluyo bu olay?
Bilmiyorum ya işte bir hafta falan sonra galiba…
Yani dayanılmaz aşk acısı, hayatının aşkı, uğurna ağladığın zırladığın adamın yerine başka birini koymak bu durumda 15 ile yirmi gün almış..
Tamam.
Şimdi bunu bir kez yaşadın diyelim.
Peki ya güzelim neden her seferinde bize aynı tiyatroyu oynuyor ve oynatıyosun…
Anla artık…sorun yok…sakin…panikleme…




Acı yavaş yavaş hafifler  ta ki başka bir çift gözün size baktığını hissettiğiniz ana kadar.


İşte bir anda bugün o komploları,  intikamları, geri alma taktikleri bir anda silinir ve pırpır ruh haline hatta eskisinden daha heyecanlı olarak ilerlenir.


Böyledir insanin oğlu, yeni eskiyi bir anda unutturuverir.
Bu yenisi çok tatlıdır, çok iyi sevişir, çok güzel öper, çok kültürlüdür, çok her şeydir....
Ama onun da zamanı gelecektir ve bu kısır döngü devam edecektir.
Ta ki birini kafesleyip evlenene kadar!
Ha iste o zaman tapu kadastro garantili belge elinizdedir ve eğer sizin yerinize başkasını tercih edecek olsa canına bu sefer gerçekten okuyabileceksinizdir.
Nasıl keyif ama! Hele bir yap da göreyim!


Gördüğünüz gibi mülkiyetçilik her alana, beynimizin en mini minnacık kıvrımına kadar sirayet etmiş bir durumdadır artik.
Benim olmalıdır. Benim olan rahattır. benim olanın riski azdır.
İntikamı da daha güçlü ve yıkıcı.
İktidar. Bir diğerinin üzerinde hak iddia etmek , egoyu tatmin eden ve iyi gelen ancak bir diğer taraftan da  rezil ve zayıflığı en açık biçimde ortaya koyan  duygudur.