29 Ağustos 2013 Perşembe

MEGA YATLAR İNCİ GİBİ DİZİLMİŞ....

 Aslında işin aslı biraz da gösteriş... İşin keyfi ise kenardaki cafelerde oturup gelen geçeni seyretmek...

ST TROPEZ


Liman...en bilinen cafe 1870li senelerden kalma nugası  ike meşhur Senequier...
Aslında küçücük bir balıkçı kasabası iken Brigitte Bardot sayesinde adını duyurmuş ve dünya starlarının ve jet setinin akınına uğramış..hikayesi bizim bodruma benzemiyor değil aslında ...

STARLARIN DİYARI COTE D'AZUR yani GÜNEY FRANSA SAHİLLERİ...

Vay dostum vay!!!
Böyle de bir hayat varmış meğer arkadaşlar!!
Yıkılıyoooo denilen şeyin tam da karşılığı diyebiliriz!!!
Paranın sorun olmadığı ve bolca olduğu ender yerlerden...
Nasıl mı anladım???
Etrafa bakmak yeterli oluyor fazla yorulmana gerek yok....
Cannes... Nice... St Tropez... Le Lavandou... Cavalaire... St Rafael...
Dedim ya ayrı bi dünya...
Bizden çok mu farklı yani diyenlere şunu diyebilirim belki benim gözüme çarpanlardan...
St Tropez çılgın bie yer ... Haftada iki de pazarı var.. Evet çarşamba ve cumartesi günler..
Anladın evet bildiğin ulus ya da yeşilköy pazarı gibi ama burda yanından Elton John kocası ve iki bebeği ile sepetini doldurmuş olarak geçebilşyor...
Deniz güzel bir lafım yok ama bizde daha iyileri de var hani!!
Ancak cüzdan çok dolu değilse bi restoranda otur ye demem!
Burası az bi kazık hani o konuda...
Sahildeki mega giga oha yatlardan bahsetmiyorum bile!!!
4 -5 katlı apartman gibiler...
Bir de sahile yanaşamayacak kadar büyükler var ki onlar açıkta demirli duruyor..
Hurdaya çıkınca ada seferleri yapabilecek boyuttalar bunlar, tekmil adalar bostancıııı
Şampanya, dal gibi kızlar, paralar, su gibi akıyor Anlayacağın....
Resim video geliyooorrrr

YEMEKLERRRR... Restorantlar....




 Rumca ya da ingilizce bilmenize gerek yok aslında gayet rahat türkçeniz ile de idare edebiliyorsunuz...
Yardımcı birkaç kelime...
PSARİ: BALIK
NERO: SU
THELO: İSTİYORUM
LOGARIASMO: HESAP
POSO: NE KADAR


DENENMİŞ BİRKAÇ ADRES
Zaten bütün hareket sahilde olup bitiyor. Yani adres sorunu yok.
Bütün restoranlar sahil boyunce yan yana dizili.
MASA SURA
Üç kişi içki olmadan tıka basa yemeğe 40 euro gibi bir fiyat ödedik.
Gerçi fiyatlar 3-4 kişi için 20 ile 40 euro arası değişiyor..
Bizde içki içen yoktu ancak onun da büyük bir fark yaratacağını pek sanmıyorum...

                                                                                     

BAY ANESTİNİN DÜKKANI
Otele daha yakın mesafede... Dükkanı sahibi bay Anesti ve ailesi... Anne mutfakta kendi kapıda müşteriler ile ilgileniyor, oğlu da seviste ve bir de pire gibi çalışkan inanılmaz güler yüzlü Celil adında bir de türk garsonları var...

BAYANESTİNİN DÜKKANI





19 Ağustos 2013 Pazartesi

SIRADAKİ GEZİ... GÜNEY FRANSA...

Alexandropoliden sonra az biraz daha uzağa gidelim dedik ve bu sefer aynı vize ile THY uçuşla Atatürk Havaalanından NICE şehirine 2,30 saat süren keyfli bir uçuşla vardık....
Devamı geliyor

GELELİM OTELEEEE

GELELİM OTELEEEE...
İstanbul'dan telefonla yapmış olduğum rezervasyonda kapı fiyatı 180-200 euro dedikleri odayı 130 euroya kapattım...
Az sonra söyleyeceklerimi okuyunca ve resimleri görünce bunun hiç de fena bir rakkam olmadığını göreceksizin dostlar...
Otel yunanistanın en iyi zincirlerinden Grecotel'e bağlı ASTİR EGNATİA...
Başka bir deyişle Alexandropolis'de kalınabilecek en lux yer buradı aslında...
Oda fiyatına kahvaltı dahil..
Biz odada 130 euro'ya üç kişi kaldık veee en şahanesi bu fiyatı verdiğiniz odaların kendilerine ait bir güneşlenme terası ve havuzu olması..
Nasıl?? İyiyimiş dimii??? :)

ALEXANDROPOLİ YOLLARINDAAA

ALEXANDROPOLİS yollarında...
İki mola verdikten sonra gümrüğe varılıyor... Aşağı yukarı yola çıktıktan 3-4 saat sonra...
Bizim duty free oldukça iyi, özellikle sigara konusunda. Aslında parfumler falan da iyi ancak cilt bakımı ve makyaj malzemesi açısından azıcık zayıf..
Neyse gidişte bizim gümrükte dönüşte de yunan duty freesinde 15 er dakika zamanınız oluyor...
Gümrükten geçtikten sonra zaten Alexandropoliye varmak yarım saat kadar sürüyor...
Otobüs sizi sahildeki durakta bırakıyor, oradan alacağınız bir taxiye de 4-5 euro verdiniz mi kalacağınız otele hemen varıyorsunuz...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

BİR İKİ BİR İKİ ARKAYI DÖRTLEYELİM DEDEAĞAÇ YOLCUSU KALMASSSI.

Yola çıkma kararı verdikten sonra yapılacak işlerin başında yunanistan'dan bir schengen vizesi almak gerekiyor. 
Bilginize! Artık yunan vizesi Yunanistan konsolosluğundan değil Harbiye yataş mağazası yanında bulunan Kosmos şirketinden alınmakta...
Vize başvurunuzdan 3 ya da 4 iş günü içinde güzel pasaportunuzu içinde vizeniz ile birlikte gidip alabiliyorsunuz...
Vizeyi cebe koyduktan sonra ikinci iş Metro turizmi aramak oluyor.
50tl karşılığı Alexandropolis yani Dedeağaca varmanız için geriye kalan tek şey bir iki parça eşyayı bavula koyup Metronun ya Esenler otogarına direkt gitmek ya da sizi ücretsiz olarak oraya  götürecek mini büslerin kalktığı Beşiktaş veya Gümüşsuyundaki Metro ofislerini önüne gitmek oluyor...
Hadi yola çıkalımmm...
Aslına bakarsan nişantaş ulus taxi gidiş dönüş parasına yurt dışına gidiyor olmak da biraz komik ama olsun!!!
Duruma vırvır yapıp kardeşim koca yurt dışı şöyie cebi acıtacak bir para verelim de çıktığımızı anlayalım...
Çıkışımız bize bir girsin de rahatlayalım diyecek halimiz yok ya!!!

Bizim Dedeağaç onların Alexandropolis dediği yer....


Bizim Dedeağaç onların Alexandropolis dediği yer....

İstanbul'dan yola çıktıktan sonra dört beş saatte vardığın, İpsala'dan dırkbeş dakika mesafedeki sahil kasabası...
Belki hiç dikkatimizi çekmeyen bir yer...
Yani atina Selanik veya adalar durmuşken ne işim var allahın kasabasında demek de mümkün ama durum pek de öyle sayılmaz...
Alexandropois yani Dedeağaçta nerede yemek yenir, ne yapilir ve nerede kalınır ve bütün bunlar bana kaça patlar diyorsanız alın size detaylı bilgiler...
Devamı az sonra!!!

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Zamansız göçen bir dostun ardından...


Hangi günün son günün olduğunu bilmiyorsun işte
Hangi gün gördüğün o anki görüntünün gözündeki son resim olacağını bilmediğin, konuştuğun o insanın belki de senin sesini duyan son insan olacağını bilmediğin gibi...
Anda var olduğun sürece hep varmışsın gibi hissederken , bir anda yok oluyor bitiyorsun...
Belki oturduğun koltukta, belki her gece uyuduğun sabahına uyandın yatakta belki de ne güzel manzara deyip de gezdiğin motorunun sırtında...
Anlamadan...
Farkında bile olmadan...
Giderken ne olduğunu bilmiyoruz... Onu sıra bize gelince anlayacağız ama gidenin ardından neler olduğunu iyi biliyoruz...
Her gönderdiğimiz ile biraz daha kamburlaşıyor sırtımız, kalınlaşıyor derimiz.. 
Ve kendi sonluluğuğumuz ile sarsılıyor içimiz...
Bizim sıramız ne zaman acaba diye...
Kaç günümüz var geri sayım bitene kadar diye...
Senelerdir yaşadığımız hangi tarih adımızın altında doğum tarihimizin karşısında yazacak diye...
Belki de doğduğumuz gün ya da ayda çekecek nefes kendini çiğerlerimizden, belki en mutlu günümüzün tarihi ile anılacak son Yolculuğumuz... Bilinmez...
Bize göre vakitsiz, yukardaki adalete göre vakti gelen tüm göçmenlere...
Hep mutlu...hep huzurlu... Hep aydınlık kalın...

2 Ağustos 2013 Cuma

Yıllar sonra...

Yıllar geçmişti. 
Artık özlemediğini düşünüyor hatta biliyordu. Bundan da mendil aslında uzun zamandır hem de.
Onunla birlikte olduğu topraktan da ondan ayrıldığı zaman ayrılmıştı.
Toprağı da dili de aşkını da unuttuğunu sanmıştı. 
Taa  ki birkaç gün evveline kadar.
Hiç hesapta yokken, düşünülmeden, planlamadan bulmuştu kendini o ülkenin başka bir parçasında.
Ve o parçada içinin baştan aşağı parçalandığını ve tekrardan bir yap boz gibi birleştiğini hissetmişti.
Eksik parçalar yerli yerine oturmuş, iyi olup da bir şeylerin eksik olduğu o hissin ne olduğunu anlamıştı artık.
Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun eksik olan o idi.
Onun belki de hayatı boyunca bir daha yerine koymayacağız o eksik ama belki de kendinden daha kendinin olan parçasını, onu.
Özlemişti.  Deli gibi. Düşüncesi içini yaktı.
Eşsinin yokluğu kulaklarını... Ruhunu
Onca zamandır belki de ruhsuz ve inkar içinde yaşamış olması yakmıştı daha çok bir yanını.
Aslında herşey bir bütünün parçası idi.
Herşey bir olmak için birleşmiş ve sonra da aniden tuz buz olup dağılım gitmişti, benliği ve kendisi de birlikte.
Bir yabancı ruhunu bedenini onu dilini toprağını herşeyini almış kendinin yapmıştı nü ve artık ne kadar da uzun zaman geçmiş olursa olsun bunun değişmeyeceğini görmek , diğer herşeyin bir avuntudan öteye geçemeyeceğini teninde hissetmek açıtmıştı içini.
Bir daha hiç bilmemek hiç konuşmamak hiç dokunmamak .
Hayatta iken sanki bir ölüyü severmiş gibi için için yas tutmak ve gözyaşlarını yüzüne gülücükler yerleştirerek içine akıtmak,  beynin onun adını sayıklarken dilin başka sözlerle avunması.
Bir sevilince hep seviliyormuş meğer.
Yeni yeni anlıyordu bir ömürlüktü bu yükü.
Artık hiç gerçekleşmeyecek tesadüflerin hayali ile geçecekti bir ömür. İçinde tek, dışardan bakan çift görünerek.