Zaten oldum olası pek
öpüşmüyorlardı da. Nedense öpüşürken dişleri birbirine çarpıyordu ve kocası hep
onun öpüşmeyi beceremediğini söyleyip duruyordu.
O da pek hevesli değildi ama
ilk öpüştüğü adam da o değildi hani. Daha önce kimseden böyle bir şey de
duymamıştı.
Kocası banyoya gireli çoktan
yirmi dakikayı geçmişti ama hala su sesi geliyordu içerden. Kendine tekrar bir
çay yaptı ve yatağa uzandı. Bardak elinde manzarayı seyre daldı. Sadece kubbesi
ve minaresi gözüken camii sanki Marmara’nın içindeki bir adacık gibi duruyordu
18içci kattaki odanın camından. Ve nihayet tam hayallere dalmışken banyonun
kapısı kırk dakika sonra tekrar açıldı. Anlamadığı şey kel olan bir adamın o
kadar saat içerde neler yapmış olabileceği idi ama neyse.
Kendinden emin, güzelliğinden
emin, akşamki başarısından emin bir adam edası ile kocası beline doladığı havlu
ile yatağa, yanına uzandı. Ve tekrar
yere bıraktığı gazeteleri alarak okumaya koyuldu.
Münakaşaya ne iştahı ne de isteği olmadığından kendi de kitabından bir
iki sayfa okumaya koyuldu. Saat on bire doğru acıktıklarını hissederek
kahvaltıya inmeye karar verdiler. Ne de olsa balayı çifti oldukları için onlara
saat kaçta isterlerse o saatte kahvaltı servis edilecekti. Gece çıkarttığı ancak şu anda ona bir
hortlağı andıran gelinliğini ve duvağı katlayıp bavula yerleştirdi. Aslında
çöpe de atabilirdi o an. İçinden tam olarak geçen oydu. Belki de içinden tam
olarak geçen gelinliği değil kocayı çöpe atmaktı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder