24 Nisan 2012 Salı

BAZEN...

İnsan bazen hayatında ilk kez adim attığı bir yerde sanki bütün bir ömrünü orada yasamışçasına kendini oralı  hisseder.
Sanki şu önünde uzanan sokaktan sola vurdu mu önüne ne çıkacağını bilir gibi...
Sanki hayatında ilk kez duyduğu o dili biliyor ve anlıyor gibi...
Sanki dostları, arkadaşları, aşkları varmış gibi o toprakta...
Duygu çok gerçektir ancak gerçek de bir o kadar doğru...
Hiç gelmemiştir buraya...
Ancak orası ile ilgili her şey ona sevgiyi ve özlemi çağrıştırır...
Bunun en önemli göstergelerinden biri o ülkenin müziğinin, tek kelimesini anlamamasına rağmen ruhunda bir şeyleri oynattığını, okşadığını, hüzünlendirdiğini, coşturduğunu hissetmesidir aslında...
İnsan, bunu en şiddetli o ülkeyi geride bırakarak kendi ülkesine dönüş yolunda anlar.
Bir parçası geride kalmış gibi. Bir şeyleri yarıda bırakmış gibi.
Derin bir rahatsızlık, huzursuzluk kaplar içini.
Ve geri dönmek kaçınılmaz olur.
İnsan doğup büyüdüğü yere değil, ruhunun  olduğu yere aittir.
Ruh,  hayatinin herhangi bir döneminde, hiç beklenmedik şekilde, en şaşırtıcı koşullar hakimken önüne çıkarır bu yolu insanin.
Aklında hiç yokken. Hiç planlamamış, hiç düşünmemiş hatta istememişken.
Belki bir istir sebep, belki bir cenaze, belki de hiçbiri.
Ama mecburiyet vardır durumda.
Ve gidersin.
Hayatin sana hazırladığı mucizenin farkında olmadan. Bilinmezliğe.
Durumu gelişinin ertesi sabah bir otel odasında tek basına uyandığında iliklerine kadar hissedersin.
Uyandığında her hücreni kaplayan tuhaf bir huzur, tanıdık olmayan bir güzellik hissedersin teninde, kalbinde, beyninde ve ruhunda...
En derinlerinde...
Şaşırırsın.
Herhalde çok iyi uyudum dersin kendi kendine.
Sonra ikinci gün, ve uçuncu gün, ve dördüncü gün bu iyi uyudum düşüncesi yerini daha derin düşüncelere bırakır.
Toprağın enerjisi seni artik  bağlamıştır kendine ve farkındalık baslar.
Ve donuş günü gelip çattığındaki hüzün ve tekrardan ve defalarca geri dönme hissi
ağır basmaya baslar.
İlk gidisi kader hazırlamıştır, ancak ondan sonrakileri senin inisiyatifine bırakır.
Bırakır bırakmasına ama her turlu olanağı yolunun sağına soluna önüne arkasına serpiştirmeyi de ihmal etmez hani...
Ve dönersin, çölde su bulmuş gibi, hasretle sevgiliye kavuşur gibi...
Senden çok ruhun içindir yapılan bu yol.
Hem kendi içine doğrudur hem de bugününü, yarınını, her şeyini değiştirmek içindir.
Ve kendini bulursun.
Ruhunu hissedersin.
Bütün olursun.
Aynadaki yansımanın seni ve ruhunun her katmanını yansıttığından o kadar emin olursun.
Vücudun, her uzvun sana aittir ve senin emirlerini bekleyen askerler gibidirler  adeta.
Enerjin ve mutluluğun hiçbir özel sebep olmadan tavan yapmıştır.
Tenindeki şeffaf pırıltı şaşırtır seni.
Gözlerindeki parıltı büyüler.
Açıksındır.
Yeni insanlara, yeni fikirlere, yeni dillere, yeni her şeye.
Tabii bunlar gerçekten yeni değillerdir ruhun için.
Ruhun seni ait olduğu yere geri getirmiştir ancak bugünkü sen için yenidir bunlar.
Eski hayatlar, eski asklar...
Bunların hepsi de yarı kalan bir aşkın yaşanması, tamamlanması ve ilerleyebilmek için olmuştur aslında.
Ne koşullar, ne imkânsızlıklar, ne aradaki kilometreler ne de esler bu yaşanacaklara engel olmaz, olamaz.
Bunun önünde durulmaz.
Bütün kozmos bunun yaşanması için tüm imkânlarını serer önüne.
Tutku, hasret, şefkat, delilik, vahşet hepsi birbirine karışır ve akar tende.
Vücutlar değil ruhlardır sevişen.
Birbirini çok iyi tanıyan iki eski ruh.
Sözler ağızdan değil gözlerden akar.
Ve aklına bile getirmeye cesaret edemediğin delilikler mubah olur sana.
Ve iki ruh birleşir.
Dakikalarca, saatlerce, günler ve gecelerce.
Yoğunluktan uykunun koynuna sığınıncaya kadar... Yumuşacık...
Bu hem bir kavuşma hem bir vedadır...
Ruh senden istediğini almış... Yarı kalanını tamamlamıştır ve yoluna devam eder.
Geriye sadece tenindeki sızı ve kafanda senin asla 
cevaplayamayacağın ancak ruhunun çok iyi bildiği cevaplar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder